Ford v Ferrari İnceleme: Bu adamlar gerçekten “Asfaltın Kralları!”

Başlayalım

1966 yılında geçen ve 24 saat süren Le Mans yarışlarını konu alan Ford v Ferrari bugüne kadar izlediğimiz yarış filmlerinden oldukça farklı. Henry Ford II, Ferrari’yi yarışlarda yenmek için eski yarışçı Carroll Shelby’den (Matt Damon) Ford için bir yarış arabası yapmasını istiyor, Shelby de yarışçı arkadaşı Ken Miles’tan (Christian Bale) Le Mans yarışlarına Ford arabasıyla katılmasını istiyor. Yani biz Ford’un tarafını tutuyoruz mecburen. Ferrari kötü adam konumunda. Bu arada sadece iki devin mücadelesini değil, Amerika ve İtalya’nın birbirlerine diş geçirmeye çalışmasını da yapımcıların her zamanki “filmlerde politika yapalım, en büyük Amerika”  taktiği olarak izliyoruz. 

Neyse ki bunlar filmi hiç bozmamış. Gerçek hikayesi, başrollerin müthiş oyunculuğu, yarış sahneleri, dramanın harika işlenmesi gibi pek çok faktör bu filmin çok çok iyi bir iş olmasını sağlamış. 2019’un en güzel filmlerinden biri Ford v Ferrari. İyi ve kötü yanlarından bahsedelim biraz. 

Yer yer spoiler olacak, filmi izledikten sonra okumanız sizin için daha iyi olacaktır, şimdiden uyarayım.

Neler İyiydi?

Yönetmen James Mangold çok iyiydi. Wolverine efsanesini sona erdiren Logan filminden sonra bu adamın en iyi filmi bu olacak demiştim, yanılmışım. Ford v Ferrari Mangold’un en iyi filmi olmuş. Senaryoyu sıradan bir yarış filmi havasından çıkarıp harika bir dönem filmine dönüştürmüş. Müziklerin seçimi, yarış sahneleri, ikili performanslar. Bunların hepsini yönetmene artı olarak yazarım.

Christian Bale yani Ken Miles; İngiliz yarışçı, araba uzmanı ve bir aile babası. Performansıyla ayakta alkışlanmayı hak ediyor, inanılmaz oynamış. Oscar’a aday bile olabilir bu performansla. Matt Damon ile uyumu, yer yer komik yer yer hüzünlü sahneleri ile her zamankinden daha iyiydi Bale. Filmi çok üst seviyelere çıkarmış diyebilirim.

Shelby ve Miles’ın arkadaşlığı ve yer yer ters düşmeleri de harika işlenmiş. Ford yönetimi kişilere değer vermezken Shelby’nin yarış esnasında sadece arkadaşını düşünmesi bize empati yaptırıyor film boyunca. Kendisi de eski bir yarış gazisi olan ve zor günler geçiren Shelby, arkadaşına karşı film boyunca mahcup oluyor ve finale doğru artık kontrolü tamamen Miles’a bırakıyor. Çünkü Miles arabalar konusunda çok bilgili, inanılmaz disiplinli, yarışı ondan başkası kazanamaz. Bu düşünce bize film boyunca çok iyi anlatılıyor.  

Yarışa hazırlanırken deneme sürüşünde Miles’ın geçirdiği bir kaza sahnesi var ki ağzımız açık izledik diyebilirim. O büyük patlama ve Miles’ın koruyucu elbise sayesinde kurtulması. Seyirci koltuklarında zor durdu bu sahnede çünkü kimsenin beklemediği bir şey olmuştu. Dikkat edersek bu sahne bize pek çok şey anlatıyor aslında. Yanarsan değil arabadan çıkamazsan, sıkışırsan ölürsün, frenler tutmazsa kaza yaparsın, motor çok ısınırsa araba patlar. Bunlar bize bir yönetmen taktiği olarak -ima edilerek- anlatılmış. Çünkü final sahnesinde bunlar bir bir karşımıza çıkıyor ve bizi hüzne boğuyor. Çok iyi bir anlatım olmuş bu yönüyle.

Büyük Le Mans yarışından önceki 24 saatlik Daytona yarışı çok iyi çekilmiş. Daha yarış bitmeden bile büyük final Le Mans’ın çok iyi olacağının sinyalini net olarak alıyor seyirci ki öyle de oluyor. 

Le Mans yarışı gerilimli başlıyor gerilimli bitiyor. Yarış esnasında gülüyorsun, üzülüyorsun, heyecanlanıyorsun, ikilemde kalıyorsun. Pek çok duyguyu o 24 saatte yaşatıyor seyirciye film.

Miles’ın Le Mans yarışı sonrasında Shelby ile olan sahnesi mahcubiyetin simgesi gibiydi. Film boyunca elinden gelen her şeyi yapan bir adamı sürekli üzmek ve artık söyleyecek kelimelerin kalmaması, Miles’ın yine de Shelby’e kızmaması ikilinin dostluğunun ne kadar derin olduğunu net şekilde anlatıyordu bize.  

Ardından deneme sürüşünde yaşanan kaza ve Miles’ın vefatı, yine Shelby’nin yaşadığı o büyük hüzün, sadece arkadaşına değil artık ailesine karşı da mahcup olması… Bu sahnelerde de Matt Damon kim olduğunu ve ne kadar usta bir oyuncu olduğunu göstermiş diyebilirim.  

Neler Kötüydü

Çok az şey kötü olarak gözüme çarptı. Hikaye İstediğim yönde ilerlemedi diye filmi kötülemek haksızlık olur çünkü. 

Ford yönetiminin ısrarla Ken Miles’ı istememesi ve yönetimin kendi içinde takımlara ayrılması sanki Ferrari’ye karşı değil de kendilerine karşı yarışıyorlar hissi verdi bana. 

Yarış sonunda tartışmasız lider olan Ken Miles’ı hiçbir Ford çalışanı tebrik etmezken Enzo Ferrari’nin ona tribünden şapka çıkarması, ona saygı duyması yine kim iyi kim kötü ikilemine sokuyor bizi. En azından içlerinden bir Ford yöneticisi, Ferrari’ye 4 dakika gibi bir fark atan Miles’ı tebrik etmeliydi.

Filme olan puanım gönül rahatlığıyla 9/10

Sinematografi: Bir yarış filmi değil de çok iyi çekilmiş bir dönem filmi havasındaydı film. Sinematografide bir sıkıntı yoktu. 60’lı yılları çok iyi yansıtmışlar diyebilirim. Arabalar, evler, kostümler ve diğer mekanlar filme oldukça katkı sağlamıştı diyebilirim.

Oyunculuk: Christian Bale tam olarak Oscar’lık oynamış ve partnerinden daha iyi bir performans sergilemiş. Her role girebilen bir oyuncu olduğunu biliyoruz, bu rolün de hakkını fazlasıyla vermiş.

Matt Damon, Bale ile çok uyumlu bir performans sergilemiş. Melankolik ve depresyonda olan eski bir yarışçıyı canlandırması çok uçlarda oynamasına izin vermese bile bazı sahneleri var ki nasıl usta bir oyuncu olduğunu seyirciye göstermiş.

Enes Subaşı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki İçerik

CES 2020: Parmak izi tarayıcılı taşınabilir SSD Samsung T7 Touch tanıtıldı

Sonraki İçerik

Samsung yeni yılın ilk kampanyasını tüketicilere sundu

Reklam